Halil Gündoğan
1. Manifesto: “Bağımsız Birleşik Kürdistan”
Öcalan’ın gerek Kürt sorununu ele alış ve tanımlayışı ve gerekse çözüme kavuşturma perspektifi, aradan geçen yarım asırlık süreçte, kelimenin yalın karşılığıyla, tam zıddına dönmüş durumda. Bilindiği gibi PKK’nin program ve temel stratejisini içeren “1. Manifesto” dedikleri belgelerinde Kürdistan sömürge ötesi de bir sömürge olarak tanımlanıyordu. Dört sömürgeci devlet tarafından işgal ve ilhak edilmişti. Temel hedef, bu dört sömürgeci devlete karşı ulusal bağımsızlık savaşı yürüterek; uluslararası kabul gören ve BM ilkelerinden biri de olan Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme Hakkı gereğince, Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı kurmaktı.
Bu hedeften ilk sapma
Fakat özelliklede SSCB’nin dağılmasıyla esaslı bir ideolojik kırılma yaşayan Öcalan, yumuşak bir ‘U’ dönüşü yaparak; 1. Manifestolarında kayıt altına aldıkları devrimci nitelikteki bu stratejik hedef ve programı radikal bir şekilde terk etti. 1. Manifestonun tarihi misyonunu, mücadeleyle o güne kadar sağlanan ve adını “dirilişin sağlanması” olarak ifade ettiği şu sonuçlarla tamamlamış olduğunu ileri sürdü. Cemil Bayık bunu şu sözlerle ifade eder: “Kürt halkının varlığını ispatlayıp Kürtleri ayağa kaldırdığında, kimlik, tarih, mücadele sahibi yaptığında, Kürt halkını özgürlük aşığı yaptığında Rêber Apo, ‘dirilişi başardık; bunu özgürlükle tamamlamamız lazım’ dedi. Bunu 1993 yılında söyledi. Artık Kürdistan sorununu siyasi ve demokratik yollarla çözmek istiyordu.” (*) Oysa program ve hedef, yukarıda ifade edilen unsurlar üzerinden bir “diriliş” yaratmak değil; belgelerle sabittir ki Bağımsız Birleşik Kürdistan’ı kurmaktı.
İmralı süreci: “Demokrasimizi birlikte kuralım”
Bu rota değişikliği İmralı süreciyle tamamına ererek, şuna evrildi: “Demokrasimizi birlikte kurmalı, geliştirmeliyiz. Cumhuriyetin kuruluş ve korunmasında emeği geçen tüm şehitleri, şehitlerimiz bilmek, kurucusunu minnettarlık ve saygıyla anmak, bayrağını gururla selamlamak bunun için esastır.” (Demokratik Cumhuriyetle Birlik İçin Tezler.)
“PKK, cumhuriyeti parçalayan iddiasından, onu güçlendiren temel olgulardan birisine dönüşecektir…”, “PKK varlığının yasal siyasal zemine çekilmesi ve demokratik sistemle bütünleştirilmesi temelinde olacaktır. Devletin duyarlılığıyla, yaratıcı çabalarıma güvenerek bu rolü başarıyla oynayacağıma inanıyor ve kararlılığımı vurguluyorum.”, “Kürtlerin en ağırlıklı bölümü, yüzde yetmişlere varan kısmı Türkiye’de olduğu gibi diğer parçalar veya alanlardaki Kürtler ve birlikte yaşadıkları için Türkmenler de Misak-ı Milli gereği Türkiye’den sayılırlar.”, “Özce Kürt sorunu, tarih, dil, kültür araştırma ve ön hazırlık okullarıyla yayma ve yine bununla bağlantılı serbest kitap, gazete, radyo, TV benzeri yayım araçlarına özgürlük tanımayla özgün çözümünü yakalamış olacaktır.” (İmralı Savunması.) (**)
2. Manifesto: Kürtler ve Türklerden yeni bir Türk ulus devleti oluşturmak
Bugün kotarılmak istenen ise şudur: Öcalan ve TC. Devleti’nin güncellemeye niyetlendikleri Kürt-Türk İttifakıyla, Lozan Antlaşmasıyla önemlice bir parçası “ana vatandan” koparılarak ellerinden alınmış, büyük bir parçası Irak, İran ve Suriye devletleri topraklarına katılmış Kürdistan topraklarını ve keza Suriye’nin bir kısım Arap topraklarını da (örneğin hali hazırda Şam’ın geçici yeni efendilerinin denetimi altında bulunan, Bahçeli’nin Hama da, Humus da, Şam da bizim ata toprağımız dediği kısmını) Misakı Millice öngörülen “Ortak Vatan” da Kürt ve Türklerin (olursa, Arapların da elbette) kurucu ana unsurları oldukları yeni bir Türk ulus devleti oluşturmaktır.
Bu projeye göre entegrasyon ilk etapta, K. Kürdistan’ın yerel yönetimler özerkliği üzerinden sisteme eşit anayasal vatandaşlık statüsüyle, diğer parçalardan Güney Kürdistan mevcut federasyon statüsüyle, Rojava Kürdistanı ise muhtemelen benzer şekilde federatif bir statü elde ederek katılacaktır (TC. Devleti’nin siyaset taktiği icabı buna “katiyen olmaz” demesinin bir anlamının olmadığını, kendilerinin ve Barzani’nin yönlendirmesi altında olan ENKS’nin federasyon düşüncesini Rojava’da gerçekleşen Kürt Ulusal Konferansı’nın kararı olarak çıkarmasını sessizce geçiştirmesinden anlamak mümkün. Bu süreci Barzani İktidarı ile TC. Devleti’nin ve keza ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya’nın sıkı bir koordineyle ortaklaşa yürütmekte oldukları da bir sır olmasa gerek). Batı Kürdistan ise İran’ın defterinin dürülmesi operasyonu sürecinde ayrılarak buraya dahil olacaktır.
Yeni devlet şeklinin tam olarak nasıl bir format alacağını şimdiden kesin bir yargıyla söylemek çok mümkün değil. Ama muhtemelen, entegrasyon başarıyla tamamlanır ve diğer parçalar Öcalan’ın eleştirdiği “milliyetçilikte” ısrar edip, “kapitalist modernitenin” ulus devlet paradigmasının ürünü olan federasyon statülerinin terkine yanaşmazlarsa, o zaman belki de “Türkiye Federal Cumhuriyeti” şeklinde, federatif bir cumhuriyet ara formülünde uzlaşırlar. Bilindiği üzere Öcalan’ın da “Yeni Osmanlıcıların” da referans aldıkları idari modellerden biri de Osmanlıdır. Dolayısıyla da federatif, eyalet veya kanton modellerinden herhangi birinin tercih edileceği kuvvetle muhtemeldir. Kaldı ki federasyon ve eyalet modelleri daha önce Turgut Özal ve Kenan Evren tarafından da dillendirilmiş, yani devlet ve kamuoyu nezdinde belli bir aşinalığı olan kavramlardır da.
Tabii ki bunların tamamı bugünden yarına hemen olabilecek şeyler de değil. Diğer parçalar üzerinde ki stratejik belirleyiciliğinden ötürü, öncelikli halka olarak, K. Kürdistanlı Kürtleri “Demokratik Ulus” oluşturma projesiyle egemen ulus olan Türk ulusuna entegre etmek olacaktır. Bunun yaratacağı çekim cazibesiyle diğer parçaları da Türkiye Cumhuriyeti Devleti himayesinde birleştirip, “Ortak Vatan”da “Ortak Devlet” çatısı altında Kürt-Türk İttifakını tamamına erdirmek… Ve böylece Kürtler, Türklerle ortak da olsa hem “özgür” vatanlarına kavuşacaklar ve hem de defakto olarak, dört parçalı Kürdistan sayfası da böylelikle kapanmış olacak. Tabii bununla Türk Devleti de hem “yeminli vatan toprakları” dedikleri toprakları himayesine alarak coğrafi olarak genişleyip büyüyecek, hem de hatırı sayılır yeraltı ve yer üstü zenginliklerini denetimi altına alarak, ekonomik olarak zenginleşip, Öcalan’ın da özlemini çektiği, “Bölgenin lider gücü” olma avantajına kavuşacak.
Yani en azından, Devlet ve Öcalan akıl ortaklığının, genel mantık ve genel çerçeve itibariyle kurguladığı senaryonun bu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceği veya ne oranda ve hangi ek sorunlar yüklenerek gerçekleşeceği ise, elbette ki tamamen farklı bir durumdur. Hele ki çözüm iradesinin sadece Öcalan ve “Devlet aklı” iradesini kullanmakta olan kesimlerin elinde olmadığı, devlet içi farklı güç odaklarının da devrede olduğu ve ama daha da önemlisi Orta Doğu coğrafyasının yeniden paylaşılmakta olduğu bu süreçte kıymete binmiş olan “Kürt kartını” kendi lehlerine kullanmak isteyecek bunca sırtlan sahada tam pres konumlanmaya çalışıyorken; evdeki hesapların çarşıya uymama olasılığının fazlasıyla mevcut olduğu da bir başka gerçek.
Kürt sorununda yeni evre
Öcalan’ın, ulusal sorunu “sorun” yapan öz talebinin üzerinden atlamaya ve dolayısıyla da çözümsüzlüğe endeksli paradigması, ulusal çelişmenin öz karakteri ve gelişim diyalektiğiyle bir bütün olarak kan ve doku uyuşmazlığına sahip olduğundan; çelişmenin sönümlenerek “tarihe havale edilmiş bir sorun” olmasına pek şans tanımayacaktır. Çünkü öncelikli olarak öngörülen bu tarz bir “çözüm” ile ezen-ezilen ulus çelişmesi ortadan kalkmayacaktır. Çelişme, daha özgün bir biçime bürünerek ve belki bir süreliğine keskinliğini de kısmen yitirip yumuşayarak, varlığını koruyor olacaktır. Evet, belki dört parçalı yapı sona erecek ve birleşik bir Kürdistan oluşacak. Ama bunun egemenin tek başına Kürt ulusunun olmayacağı açıktır. Öcalan’ın öngördüğü tarz gerçekleşirse; Kürt ulusu olarak hiçbir kolektif sahiplik durumu olmayacak. Her şey, “ortak vatan” adı altında, “ortak devlet” varsayılan egemen ulus olan Türk devletinin resmi mülkiyeti altına girmiş olacak. Federasyon ve benzeri ademi-merkezi tarzlar söz konusu olursa, burada da yapılan sözleşme içeriğinin belirleyeceği, şu veya bu oranlı pay ve yetki sahibi olma durumu olacak. Yani asla eşitlerin özgür birlikteliği tarzı bir konfederasyon birliği ve kardeşliği prensibine dayalı bir birleşme özelliğine sahip olmadığından dayatılan “kardeşlik”; doğallığıyla ezen- ezilen/egemen-bağımlı ulus pozisyonu, biçim ve boyut değiştirmiş olarak, varlığını koruyor olacaktır.
Keza sorunun gelişim ve değişim yönü üzerinde şu etmenlerin de önemli bir etkiye sahip olacağının göz önünde bulundurulması gerekiyor: Bir durum tespiti olarak, öncelikle şuna önemle vurgu yapmak gerekiyor; sorunun çözüm zemini, yaşanmakta olan dünya ve bölge koşulları gerçekliğinde, düne kıyasla bugün çok daha elverişlidir. Öte yanda, Öcalan paradigmasıyla sağlanacak muhtemel kısmi rahatlamalar, sorunun ötelenebilir olma koşullarını oluşturmaya da yeterli gelmeyecektir. Keza şu da bir başka çok önemli etmendir: Kürt ulusal hareketi dinamikleri hâlâ son derece diri, taze ve enerjik bir şekilde ulusal haklarının taliplisi ve takipçisi olma durumunu koruyorlar. (Tabii muhtemeldir ki içine girilen “barış sürecinden” ötürü, bekle gör tutumuyla, mevcut iktidarla bir süre kol kola yürüme durumu yaşanacaktır da. Fakat hem mevcut iktidarla murat edilen demokratikleşme sağlanamayacağından ve hem de ekonomik koşulların dinamize ettiği taban zorlamasına uzun süre kayıtsız kalamayacaklarından; olması gereken asıl yerlerine geri dönme ihtiyacı duyacaklardır.)
Bu öylesine bariz bir olgudur ki PKK, Öcalan’ın talimatına uyarak kendisini feshetme kararı almakla birlikte, farklı yol ve araçlarla ulusal kurtuluş davalarını sonuna kadar sürdürme kararında olduklarını da beyan etmekten imtina etmedi. Öcalan Kürt-Türk kardeşliğini yeniden tesis etme, “Cumhuriyeti demokratikleştirme ve “demokratik ulus” projesiyle Kürtleri Türklere entegre etme hedefi doğrultusunda topluma ve tabanına örgütlenme ve demokratik uzlaşmayı esas alan bir mücadele davetinde bulunurken; PKK ve Kürt siyasi hareketinin diğer pek çok unsuru, ulusal haklarını kazanma mücadelesinin barışçıl mücadele yöntemleriyle daha da yükseltilmesi davetini öne çıkarıyor mesela. Bunlar, asla hafifsenmemesi gereken çok önemli ayrım noktalarıdır.
Sorun artık sosyalist devrimin asgari programı kapsamındadır.
Öte yandan Öcalan ve devletin Misakı Millici ve Türk-Kürt kardeşliğiyle yeni bir Türk ulus devleti oluşturma paradigmasıyla sorun ne tür çehreler kazanırsa kazansın ama temel talep boyutuyla çözüme kavuşamamış bir demokrasi sorunu olarak, sosyalist devrimin önemli bir dinamiği olma gerçekliğini koruyor olacaktır. Bu bakımdan diğer pek çok demokratik sorun gibi Kürt ulusal sorunun çözüme kavuşturulması görevi de Türkiye ve Kürdistan sosyalistlerinin asgari programlarının önemli bir gündem maddesi olmaya devam edecektir.
(*) (https://firatnews.com/kadin/cemil-bayik-Ikinci-manifestoyu-gelistiriyoruz-212777)
(**) (Alıntılar için “Abdullah Öcalan’ın ‘Demokratik Cumhuriyet’i Kimin Cumhuriyetidir? İsimli kitabıma bakılabilir.)
+ There are no comments
Add yours